19 May 2016

Küller Altında Kalan Şehir; Pompeii


Pompeii ve hikayesini hemen herkes duymuştur.
Ben de kısaca bahsedeyim.
Yanardağın eteğine kurulu, verimli topraklarıyla zengin Antik Roma Kenti, Yunan Koloniciler tarafından Milattan önce 9-8.yy'da kurulmuş. Verimli toprakları nedeniyle zengin olup şehirlerini geliştirmişler. Şehirde tapınaklar, dükkanlar, ilk gladyatör savaşlarının yapıldığı amfi tiyatro, kumarhaneler ve çok sayıda genelev bulunuyormuş. Şehrin %60'ı asiller %40'ı kölelerden oluşuyormuş. Amfi tiyatroda halkı eğlendirmek için vahşi hayvanlar ve köle dövüşleri yapılıyormuş. Asiller yedikleri yemekleri kusmak için kaz tüyü kullanıyorlarmış ki daha çok yemek yiyebilsinler :D
Çizdikleri erotik ve cinsel içerikli resimler de halkın eğlenceye nasıl düşkün olduğunu gösteriyor ki sonrasında Pompeii halkı günahkar bir halk olarak anılmış.


Depremlere alışkın olan halk büyük patlamadan önce yaşanan depremi de önemsememiş. Sonrasında 24 Ağustos 79 tarihinde Vezüv'ün patlamasıyla yağan taşlar ve her tarafı kaplayan kül ve dumandan kaçamadan bir kaç saat içinde koca şehir yok olmuş.



Şehir uzun bir süre küller altında kaldıktan sonra 1748 yılında tesadüfen yapılan kazılar neticesinde bulunmuş. 25 metre küllerin altından çıkartılan taşlaşmış insanlar felaketin gerçekleştiği gün hangi işle meşgullerse o şekilde kalmışlar. Kimisi elini başının arasına koymuş felaketi beklemiş, kimi kaçmaya çalışırken, kimi alışveriş yaparken, kimi seks yaparken.
Arkeologlara göre gazdan zehirlenen halkın üstüne yağan kül ve volkanik maddeler insanların bedenlerini taşlaştırmış. Bedenler içten çürürken dışarıdan aynı kalmış.
Zaman bir anda onlar için donmuş.

       Taşlaşan bir köpek

Bugün bu Antik Şehri ve insanların yaşayışlarını çok net bir şekilde Pompei'de görebilir,
duvarlara çizdikleri resimler, kullandıkları kap kacaklar ve günlük yaşantılarına yakından şahit olabilirsiniz.



Pompeii'ye ait eşyaların ve resimlerin sergilendiği Napoli Arkeoloji Müzesi'de Antik Şehir ziyaretinden sonra görmeniz gereken yerlerden. Pompeii'lilerin kullandığı eşyaları, çizdikleri özellikle erotik resimler ve çok sayıda penis heykellerini de burada sergiliyorlar.


Napoli'den bineceğiniz tren sizi yaklaşık bir saat içinde Pompei'ye ulaştırıyor. Burada gireceğiniz Turist Bilgi Ofisinden bi harita alarak geziye başlayabilirsiniz. Oldukça büyük bir şehir olan Pompei en az 3-4 saat alıyor. Gruplar halinde geziyorsanız bir rehbere başvurabilirsiniz. Bireysel geziyorsanız ise Audio rehberlerini 5 Euro'ya kiralayabilirsiniz. Antik şehre girişler ise 13 Euro.

Bu arada Pompei'de iki gününüz varsa ya da sabah erkenden Antik Kenti gezmeyi bitirirseniz, Vezüv Yanardağı'na da tırmanabilirsiniz. Antik Şehrin girişinden kalkan otobüsler sizi dağın yarısına kadar çıkartıyor, sonrasında ise rehberler eşliğinde zirveye tırmanabiliyorsunuz!

18 May 2016

Çeşmeler Şehri Roma !




Şimdi size uzun uzun Roma'da gezmeniz gereken yerleri ve tarihlerini anlatmayacağım.Türklerin en çok tercih ettiği tarihi ve modern karışımı bir şehir. Dolayısıyla Türkçe kaynakta çok fazla.
Şehir filmlerde gördüğünüzden çok farklı. Hani her yerini bilirsiniz ama görünce aa böylemi imiş dersiniz ya aynen öyle oldum :D
Göçmen oranı çok fazla, Termini çevresi gece tehlikeli olur, hırsızlara dikkat edin diyorlar. Herhangi bir şeyle karşılaşmadım ama önüne gelene laf atan çok.
Şehirde konaklama en ucuz gecelik 20 Euro'dan başlıyor. 3 gece kalmayı planladığımız şehre o kadar para vermek istemedik ve Couchsurfing arayışlarına başladık.
Genelde bir şehre gitmeden önce hostel rezervasyonum hazır olur. Ama bu defa sonuna kadar host aramaya karar verdik :D Gitmemize bir gece kala daha önce Türkiye'de bulunmuş Lorenzo Maria bizi misafir edebileceğini söyledi.
Termini'ye 4 durak mesafede oturan Lorenzo bizi metro durağından akşam saatlerinde köpeği Lilli ile birlikte aldı. İlk Couchsurfing deneyimimiz olduğu için biraz gergindik. Ama Lorenzo'yu tanıyınca çok sevdik. Roma'daki evi babaannesininmiş. Babaannesi 98 yaşında ailesinin yaşadığı küçük bir şehirdeymiş. Ev bildiğin müze. Çoğunu da babaannesi yapmış. Koltuklar, duvar kağıtları, mutfak, banyo, ev ilk alındığı gibi. Balkonundaki küçük havuzda balık ve kurbağaları bile var! Bize gösterdiği odada ise yine eski bir ranza ve tekli bir yatak. Biraz muhabbetten sonra Roma'da kalacak yer bulmanın heyecanıyla uyuya kaldık:D



Gezdiğimiz yerlerden kısa bilgilere gelince Kolezyum günün hemen her saati çok kalabalık.
O nedenle erken gitmekte fayda var. İtalya'da hoşlanmadığım bir nokta ise Avrupa Birliği vatandaşı değilsen öğrenci olman bir şey ifade etmiyor. Her müzeye tam ücret ödemek zorundasın. Dolayısıyla Kolezyum'a giriş 13 Euro. Ancak aynı biletle Forum'a da girebildiğin için biraz daha iyi hissettik :D

Kolezyum ve Roma Forumu Antik Romanların yaşayışlarını gösteriyor. Kolezyum halkı eğlendirmek için yapılan Gladyatör dövüşlerinin olduğu yer, Forum ise şehrin merkezi. Ticaretin yapıldığı, bir çok tapınağın bulunduğu antik bir şehir.




Forum'dan çıkıp Via dei Fori Imperiali yolunu takip edince Vittorio Yapısına ulaşıyorsunuz. Bu yol Mussolini zamanında yapılmış, bu yapı ise Birleşik İtalya'nın ilk kralı olan Vittorio Emanuele adına yapılmış.Ziyaret etmek isterseniz içinde bir müze ve içinde İsimsiz Askerlerden birinin bedeninin bulunduğu Roma Tanrıçası Heykeli var. I. Dünya Savaşı'ndan sonra yerleştirilen bu heykelin yanında sönmeyen alevler bulunuyor.


Traianus Sütunu ve Mercati di Traiano bu çevreden görebileceğiniz Antik Roma'dan kalan diğer eserler.Traianus Sütunu Roma İmparatoru Traianus'un yaptırdığı içinde imparatorun mezarı bulunan bir sütun.Sütun üzerinde imparatorun Daçya Seferini anlatan sarmal şeklinde yukarıya uzanan epik yazıları içeriyor.Mercati di Traiano ise bir ticaret merkezi. Dünyanın en eski alışveriş merkezi olarak kabul ediliyor.




Bu kadar gezdikten sonra dinlenmek için Roma'nın dar sokaklarına girebilirsiniz. Burada çeşitli restoran ve cafeler var. Meydanlar sokak sanatçılarıyla dolu.Roma'nın en meşhur dondurmacısı da bu sokakların birinde. Giolitti. 40'dan fazla çeşit dondurmasıyla lezzetli bir dondurmacı :D




Sonrasında Pantheon'u ziyaret edebilirsiniz. Tüm Tanrıların Tapınağı anlamına gelen Pantheon'da önceleri Pagan Heykelleri bulunurken Kilise tarafından bu heykeller yok edilip Katolik Kilisesi haline getirilmiş. Günümüze kadar oldukça iyi korunan Antik Roma yapısının betondan olan büyük kubbesinin o dönemde nasıl yapıldığı hala bir soru işareti.




Piazza Navona Roma'da sevdiğim yerlerden. Genişçe bir meydan etrafına renkli evler. Ortada bir çeşme ve meydan üzerindeki sokak sanatçıları. Oldukça hareketli bir meydan. 1.yy'da halka açık bir stadyum haline getirilmiş ve Agone Oyunlarının izlendiği yer olmuş. Çeşme 1651 yılında yapılmış. Çeşmedeki figürler oldukça ilgi çekici. Çevresinde dört nehir tanrısı heykeli ve bunların üstünde Mısır Dikilitaşı yer alıyor. Bu dört nehir tanrısı dört kıtadaki dört büyük nehri temsil ediyor.
Afrika-Nil Nehri, Avrupa-Tuna Nehri, Asya-Ganj Nehri ve Amerika-Rio de la Plata.

Roma sokakları yerli yabancı turist kaynıyor. Adım başı size Selfie-Stick satmaya çalışan insanlarla karşılaşıyorsunuz. Yine her on adımda bir Türkçe duyuyorsunuz. Nerede o filmlerde gördüğümüz büyülü Roma Sokakları nerede göçmen istilasına uğramış kalabalık ve gürültülü şehir. İtalyanlar ülkelerini çok iyi pazarlıyorlar.


Derken gelelim Fontana di Trevi yani Aşk Çeşmesi'ne.
Uzun süren restorasyonlar sonucu sonunda ziyarete açılmış.
Roma'nın dark sokaklarından birinde, çoğu filmde görebileceğiniz Çeşme yine turistlerin akın ettiği bir nokta. Sağ elinizle sol omzunuzun üstünden dilek dileyip çeşmeye para atıyorsunuz. Dilekleriniz gerçek oluyor :D Her gün ortalama 3000 Euro'nun atıldığı Çeşme'den para çalmak yasak, bu gelir Roma'nın ihtiyaçları için kullanılıyor. Geceleri de polisler Çeşme başında nöbet tutuyor.
Bu arada Roma'yı bir gündüz bir de gece saatlerinde gezin derim.
Bizimki Palermo uçağı için Roma'ya geri döndüğümüzde dışarıda kaldığımız için biraz zorunluluktan oldu ama iyi ki olmuş:D
Gündüz olduğundan çok daha güzel ve büyüleyici. Trevi bomboş!



Trevi'nin restorasyonu bitmiş bu defa İspanyol Merdivenlerininki başlamış.
Çok küçük bir alan açık bırakmışlar, merdivenleri çıkıp Kilise'ye ulaşabilmeniz için.
Bir de Medici Villası var o tepede.Da Vinci's Demons'i izleyenlerin ilgisini çekebilir :D

Roma'nın güzel yanlarından biri de adım başı şişelerinizi doldurabileceğiniz çeşme olması.
Özellikle Roma sokaklarında sabahladığımız gün yüzümüzü yıkamaktan dişlerimizi fırçalamaya kadar baya faydalandık :D Tuvalet için hintli bir kebapçıya rica ettik.Sabah yağan yağmurda baştan aşağı sırılsıklam olduk.Bulduğumuz köşe başlarında oturduk ve güneşin doğmasını bekledik.Uykusuz, ıslak, sefil, perişan olsak da bir gece Roma sokaklarında sabahlamayı herkese tavsiye ederim :D

Aşağıdaki videolar sabahladığımız geceden :D
















3 May 2016

Yüzey Alanı ile Dünya'nın En Büyük Kalesi; Malbork


Yüzey alanı ile Dünya'nın en büyük kalesi olmakla beraber Avrupa'daki tuğladan oluşan en büyük kale.13.yy'da  Töton Şövalyeleri (Cermenler) tarafından bölgedeki hakimiyetlerini güçlendirmek adına yapılmış. 
Zamanla genişletilerek şövalyelerin evi haline getirilmiş. Nehrin yanına kurulmasının nedeni nehirden geçen tüccarlardan vergi alınması ve ticaret yapılmasıymış.
Tarih boyunca bir çok Polonya Kralı'na ev sahipliği yapmış.
Nazilerin işgali sonrasında harap olan kale savaş sonrasında yeniden Polonya'ya geçmiş.
19 ve 20.yylar da restore edilen kale 1997'de UNESCO Dünya Mirasları arasında yerini almış.



Gdansk'tan 30 dakika süren bir trenle Malbork'a ulaşmak mümkün.Tren istasyonuna gelmeden kaleyi görebiliyorsunuz.İstasyondan 15 dakikalık yürüme mesafesinde olan kale 19.30'a kadar ziyarete açık.
Erkenden gitmekte fayda var çünkü uzun bir bilet sırası mevcut.
Bilet fiyatı ise 40 zloty(10 euro). Beraberinde GPS'li sesli rehber veriyorlar.Sizi kaleyi gezmeye hangi noktadan başlayacağınız konusunda yönlendiriyor ve kaleyle ilgili tarihi bilgiler veriyor. Oldukça faydalı ve pratik. Yolunuzu şaşırıp başka bir yöne gittiğinizde sizi uyarıyor. Çok güzel geliştirilmiş.



Kale Yüksek, Orta ve Alçak Kale olarak üç bölümden oluşuyor. İçerisinde kale odalarından, mutfaklarından, salonlarından, çeşitli sergilere kadar bir çok bölüm var.
Amber sergisi ve kalede bulunan bazı orijinal heykeller özel salonlarda sergileniyor.
Her odanın her salonun ayrı bir hikayesi var.

                                            Tuvaletleri camekanın ardında sergileniyor :D


                                                          Amberden yapılmış eserler
                                                               Kaledeki en eski salon



Not:Kale oldukça büyük ve dinlenecek çok hikayesi var. Bu nedenle erkenden gidip 5-6 saat rahat rahat keyifle gezmenizi tavsiye ederim :)

Trojmiasto, Üç Şehir; Gdansk



Tren istasyonundan indiğinizde alt geçit ile yolun karşısına geçerek sağ tarafa doğru ilerleyin. Kendinizi 10 dakika içinde başka bir dünyada bulacaksınız :)
Gdansk tarihi ve kültürel açıdan Polonya'nın önemli şehirlerinden. Tarih boyunca adı değişen ve özellikle Almanya-Polonya arasında çekişmeye yol açan bir şehir. I. Dünya Savaşı'nın ardından Almanlara ait olan şehir Özgür Şehir ilan edilmiş ve Polonya'nın erişimine izin verilmiş. II. Dünya Savaşı'nda Naziler tarafından işgal edilen şehir, savaş sonunda yeniden Polonya topraklarına katılmış.Şehirde yaşayan Almanlar göçe zorlanmış.
Zaten şehirde ilk dikkat çeken şeylerden biri tarihi binaların çoğunun üzerinde yer alan Almanca yazılar. Turistlerin çoğu Alman, sokaklarda İngilizce-Lehçeden çok Almanca duydum diyebilirim.
Tarihinin getirdiği önem açısından oldukça ziyaret edilen bir şehir.
Royal Way adı verilen kraliyet yolunda sıra sıra dizili Gdansk'a özgü gotik tarihi binaları size zamanda yolculuk yaptırıyor.

Wzynna Gate adı verilen kapı Royal Way'in başlangıç noktası. Gdansk şehrine giriş kapısı. II.Dünya Savaşı zamanında Sovyetler tarafından yıkıma uğramış ancak 1957 yılında restore edilmiş.



Kapıdan geçmeden hemen kapının arkasında yer alan kule Hapis Kulesi.
Şu an bu kulede İşkence müzesi ve Amber müzesi yer alıyor.

                           
Kapıdan geçtiğinizde sağlı sollu göz alıcı mimarisiyle inci gibi dizilmiş Gdansk evleri.
Biraz ileride yükselen saat kulesiyle göz alıcı Belediye Binası. Gdansk tarihine ait müzeyi barındırıyor. Kuleye çıkıp şehre yukarıdan bakabiliyorsunuz.



Meydanda yer alan Neptune Çeşmesi ise şehrin önemli bir simgesi.Rokoko stilindeki bu çeşme 1615 yılında yapılmış.
Çeşmenin hemen arkasında yer alan bina ise Artur Court.1617 yılında restore edilmiş bu bina zamanında zengin tüccarlara ev sahipliği yapmış.Tarih boyunca da zenginlerin önemli olaylar için buluşma yeri olmuş. Günümüzde yine bir tarih müzesi. İçerisinde dünyanın en büyük çinili sobası bulunuyor.

                                                                    Royal Way

Bu yolun sonu sizi Motlawa nehrine ulaştıran Green Gate'e çıkıyor.1568'de yapımı tamamlanan bu kapı günümüzde Ulusal Müze. Evet Gdansk'ta çok sayıda müze var, müze gezmeyi sevenler için oldukça ideal :D

 
Bu kapıdan geçtiğinizde nehir boyunca dizilmiş Gdansk evleri devam ediyor. Yerel cafe ve restoranların bulunduğu bu alan Kopenhag-Nyhavn'ı anımsatıyor.
Özelikle balık restoranlarının bulunduğu bu alanda güzel bir akşam yemeğinin tadını çıkartabilirsiniz :)




Bu sıra sıra dizili binaların yanında siyah çıkıntıyla göze çarpan bir yapı The Crain yani Vinç.
Gemilerdeki ürünlerin boşaltılmasında kullanılan vincin tarihi 1442'ye dayanıyor. İçine girip yukarı baktığınızda dev makaralarla karşılaşıyorsunuz. Zamanında bu makaralar insan gücüyle hareket ettirilerek 4 tona kadar yük taşınabiliyormuş. Avrupa'da Ortaçağ'dan kalma en büyük vinç.
Aynı zamanda şehre giriş kapısı ve kule. Bünyesinde Polonya Denizcilik müzesi bulunuyor.

Küçük bir feribotla karşıya geçebileceğiniz bu nehrin diğer tarafında yine Merkezi Denizcilik Müzesi bulunuyor.Denizciliğe dair tablolar, gemi modelleri ve batan gemilerden elde edilen hazineler burada sergileniyor.


Şehirde çok sayıda kilise var.

12.yy'da yapılan en eski kiliselerden Carmelite Kilisesi, gotik kulesiyle dikkat çekiyor. İçerisinde 49 çanın kullanıldığı her saat başı çalan bir çan takımı var. İçerisinde bulunan Saat Müzesi de ilgi çekici müzelerden.

Yine 12.yy'da inşa edilen bir diğer kilise St Nicholas Kilisesi.II. Dünya Savaşı'ndan tahrip olmadan günümüze kadar gelmiş iç ve dış mimarisiyle oldukça büyük bir kilise.

Önemli bir diğer dini bina ise St.Mary Bazilikası. Dünya'daki en büyük üçüncü tuğla kilise olan yapı iç mimarisiyle de göz alıcı. Bünyesindeki kulede bir astronomik saat de mevcut.



1602-1605 yılları arasında yapılan Great Armoury, Silah Depolama binası, şehirdeki en önemli Rönesans eserlerinden.

Polonya Amber Taşı ile meşhur bir ülke. Bu taşın yoğun olarak bulunduğu yerlerin başında ise Gdansk geliyor. Amberden yapılmış çeşit çeşit takıların sergilendiği ve satıldığı Mariacka Sokağı el sanatları dükkanlarıyla dolu.

                               

                                  




Gdansk Merkezi'nden biraz uzakta yer alan Westerplatte adlı bölgeye tren istasyonunun önünden kalkan 106 ve 606 numaralı otobüslerle ulaşabilirsiniz.Yolda giderken Stockholm tabelası görürseniz şaşırmayın. Stockholm'e giden feribotlar buradan kalkıyor :)

Burası 1 Eylül 1939 tarihinde bölgeye yapılan ani saldırıya karşı kahramanca çatışan Polonyalı askerleri anmak için oluşturulmuş bir alan. Denizin hemen kıyısında yer alan bölgedeki Westerplatte anıtı 1966'da Polonya Rusya işgali altındayken dikilmiş. Çevresinde çatışmada ölen askerlerin mezarları ve bazı barakaların kalıntıları bulunuyor.






Gdansk merkezinden biraz uzakta trenle ulaşabileceğiniz Oliwa bölgesi parkı ve katedrali ve hayvanat bahçesi ile meşhur. Sakin ve güzel bir gün geçirmek için ideal noktalardan.
Bunun dışında Gdansk'ta plajın meşhur olduğu bölge ise Brzezno, buraya da tramvayla ulaşmanız mümkün.

Gdansk şehri Gdynia ve Sopot'dan çok daha büyük bir şehir olmakla beraber tarihi önemi itibariyle görülmesi gereken bir çok noktası var. Bu nedenle en az iki günü bu güzel şehre ayırmanızı öneririm :)